34,3054$% 0.31
37,5445€% -0.07
44,9573£% 0.06
2.925,56%1,27
4.957,00%0,97
2159230฿%-0.05673
11 Nisan 2017 Salı
10 Nisan polis günü ya da haftası Türk Polis Teşkilatının 172. yıl kutlamaları yapılıyor. Her sene olduğu gibi siyasiler yerine getirilmeyen bir sürü vaatlerde bulundu. 10 Nisan sözde polisin bayramı olması gerekirken, polis memurları gece nöbetten çıkanlar, gece nöbete gelecek olanlar dahil herkes göreve çağrılır.
Amirlerin baskısı altında çalışan memurlar dertlerini içine attı. Yıllarca meslekten atılma korkusundan psikolojik sorunlarını saklamak zorunda kalan polislerden cinnet geçiren, eşini çocuğunu katleden, intihar eden polisler oldu. Şehitler de oldu. Vatanının, Bayrağının uğruna şehit olan Fethi SEKİN’ler bu teşkilattan çıktı. Güzel örneklerin yanında iğrenç örneklerde görüldü.
“Bir Genelev Polisinin Anıları” isimli kitapta Polis müdürlerinin genelev patronu Ermeni asıllı vergi rekortmeni Manukyan’dan hanım efendi diyerek para dilendiklerini, ticari taksi plakalarını bedava aldıklarını, hatta Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü binasının kira olduğu ve sahibinin Manukyan olduğunu yazmıştı.
Doğuda kahramanca çarpışan meslektaşlarımız varken, Genel Müdürlükte hiç yeri değişmeyen şark görevi yapmadan emekli olan memurlar da oldu. Bizler yıllarca taşrada karakollarda hizmet verirken abilerinin talimatları ile her gittiği yerde Vali koruması, Müdür koruması, önemli şubelerde kime hizmet ettikleri sonradan anlaşılan yüz karaları çıktı.
Teröre göz açtırmayan Anadolu evlatlarının çok olduğu teşkilatta nice şehit ve gaziler verildi. Güzel örnekleri ile kutsal görevde 26 yıl bir fiil onurla taşıdığım üniformamı 2014 yılında hakkıyla tamamlayıp emekli oldum. Çok sevdiğim mesleğimle ilgili öz eleştiri yapma hakkını birikmiş olarak kullanmak istedim.
Görevini hakkıyla yapmış tüm teşkilatımızın onurlu insanlarını kutluyorum. Çürük elmaların verdiği zararlar şahısların kendilerine aittir. Emniyet Teşkilatımızın Onurlu ve şerefli duruşuna kimse zarar veremeyecektir.
Hatalarımızı gözden geçirelim. Halkla diyalog televizyonlara çıkıp göstermelik eğlencelerle düzelmez. Bir gün eğlenip 364 gün polis memurunu yıpratmakla sorunlar çözülmez. Önce kendi içimizdeki kalıplaşmış sorunları bitirmemiz gerekmektedir. Polisin haklarını aramak 10 Nisanda övüp, 11 Nisan da eski alışkanlıklara devam etmekle olmaz.
Teşkilat mensuplarının gecesini gündüzüne katarak çalışırken aile ve çocuklarına ayıramadığı zamanı vererek onların sosyal ve kültürel faaliyetler de bulunmalarını sağlamak gerekmektedir.
Geleneksel Polise yasak kültüründen vazgeçmemiz lazımdır. Polisin toplumdaki yeri ve önemini önce kendisi bilmelidir. Göstermelik, kağıt üzerindeki eğitimler yerine daha ciddi projeler üretmek lazım.
Polis kimsenin emir eri, özel işlerin, ayak işlerinin memuru olmamalıdır. Çalışma sistemi Amirin insiyatifine göre değil standart devlet memuru gibi olmalıdır. Cumartesi, Pazar tatilinde 657 ‘ye tabi bir hizmetliyi göreve çağıramayanlar Polisi maça, konsere vs. her göreve çağırabilmektedir.
Teşkilat içindeki adaletsizlik Devletin veya hükümetin değil yetkisini pervasızca art niyetle kullanan kurum yetkililerinin ferdi hataları ve onlara göz yuman bir takım tayfalarınındır. Son yıllarda bu konularda çok güzel gelişmeler olmaktadır. Bunlardan dolayı , İç İşleri Bakanlığımıza teşekkür ederim.
Bu vesileyle tüm şehitlerimize Allahtan rahmet, Gazilerimize şifa, unutulan emeklilerimize afiyetler dilerim. Görevi başındaki tüm teşkilat mensuplarımıza Bekçisinden en üst düzeyine kadar başarılar dilerim. Sadece polis haftası değil her zaman anılmak dileğiyle. Selam ve dua ile…
TANER DEMİR mail: tan1er1@hotmail.com
Tel: 0 553 643 23 69
TEKNOLOJİ VE KAYBOLAN MUTLULUK
Eskiden, sokakların çocuk sesleriyle çınladığı zamanları hatırlıyor musunuz? Yazı mahallesinin, Ali Ağa mahallesinin, Hacıbey mahallesinin cıvıl cıvıl çocuklarının sesini duyuyormusunuz? Şimdilerde böyle manzaralarla karşılaşmak pek kolay değil. Çünkü artık çocuklarımız sokaklarda değil kafelerde vakit geçiriyor. Oyuncaklardan çok dijital ekrandaki sanal oyunlarla eğleniyor. Artık arkadaş ortamlarında misket, beştaş, saklambaç oynanmıyor.
O günlere dair tüm güzel şeyler 90’lı yılların sonlarına doğru bitti maalesef. Üzülerek birçok kez tanıklık ettiğim bir olay da henüz yeni doğan bebekler bile sabahtan akşama kadar televizyon karşısındalar, dokunup sorgulamaya başlayacak yaşa gelirken ellerinde muhakkak birer son model telefon yahut tablet var. Çocuk daha dokunmanın ne olduğunu algılama yaşında iken elinde bir ‘akıllı’ telefon, durmadan kurcalıyor. Ebeveynlerin bu görüntü karşısında tepkisi o kadar lakayt ki yemek yemeyen çocuğu televizyona daldırıp yemek yedireninden, uyutmak için kucağına telefon koyana kadar!
Peki ya bu insanlar 15-16 yaşındaki ergen gençlere elinden telefon düşmüyor, sohbete katılmıyorsun’ diye kızan kişiler değiller mi? Öyleyse niçin yetişen nesile kızıyoruz? Asıl hatalı olan aile içindeki eğitimi çocuğuna doğru sağlayamamış ebeveynlerdir. Bu çocuklar ne yapsın, alışıyorlar teknolojik yaşamaya, herkeste görüp istiyorlar da haliyle. Fakat bu akıllı telefonlarımızın yaydığı mavi ışık ve en çok televizyonlardan mağdur kaldığımız radyasyonlar gelişme çağındaki çocuklarımıza zarar veriyor. Gençlerimiz aptallaşıyor,
bir araya gelen eski dostlar artık birlikte yapacak bir şey bulamıyorlar.
Aynı masadaki kişilerin bile hepsi kafasını önündeki sanal kutuya gömüp bambaşka bir dünyaya açılıyor. Halk arasındaki iletişimin bu araçlarla artması gerekirken korkarım ki tamamen kopuyor. İnsanlar artık kiminle ne konuşacağını bilemez hale gelmiş. Yazık, çok yazık gerçekten! Doğrusu bahsettiğim bütün bu durumların içinde an an bulunuyorum ve hissettiğim yalnızca büyük bir boşluk. Bende akranlarım gibi sıkıldığım ortamlarda kaçış yolunu telefona odaklanmak olarak görsem de bu gidişe bir dur demeli. Hepimiz aynı hata içerisine düşmüyor değiliz.
Yavaş yavaş iş çığırından çıkmadan hayata sanal gözlüklerimizi çıkarıp bakmalıyız. Örneğin saygıdeğer anne babalar ailesine olan sevgisini internette değil evde gösterse, çocuklarının elindeki telefon yerine birer kitap koysa, saatlerce gereksiz televizyon izlemek yerine beraber vakit geçirmeyi deneseler. Televizyon karşısına geçip izlenen şey de eskisi gibi özel olsa, tadında bırakılsa. Yaklaşan bahar günlerinde ailece ve arkadaş ortamlarında Hoşebe ye pikniğe gidilse, Nallıhan’ımızın güzel doğasına çıkılsa, papatyalar, gelincikler toplansa, Arkadaş ve dost ziyaretleri yapılsa, teknolojinin verdiği zararlardan biraz olsun kurtulsak ne kadar güzel olur değilmi ? Milli birlik ve beraberlik yolunda adımlar atılsa ilçemizin gelişmesi için projeler hazırlansa, buna ait çalışmalar yapılsa çok güzel olur. Kutlamış olduğumuz Çanakkale şehitlerini anma proğramı gerçekten Nallıhan’da güzel oldu. Kültür merkezimizin salonu bu tür proğramlar için dar gelmeye başladı. İlçemiz Kaymakamı sayın A. Ferhat ÖZEN başarılı çalışmalara imza atmakla birlikte gerçekten Nallıhan halkıyla kurduğu samimi ve sıcak ilişkileri, şehit aileleri ile yakından ilgilenmesi, vatandaşlarımıza gösterdiği güler yüzü ile Nallıhan halkının sevgisini kazanmaktadır. Kendisini kutluyorum. İlçemiz için görev yapan tüm yetkililerimize teşekkür ederken, Kapalı bir Pazar yerimizin, araç park sorununun, Devlet Hastanemizin doktor eksikliklerinin ve mobese kamera sistemi gibi konuların bir an önce halledilmesi için çalışılmasını istiyorum.
Taner DEMİR
İTFAİYECİ KEMAL AMCA
İtfaiyeci Kemal HARMANCI 1932 yılında Nallıhan’da doğdu. Askerliğini Kore’de yaparak Kore gaziliği ünvanını almıştı. Nallıhan’da bizim çocukluk zamanımızda Nallıhan belediyesinde görev yapıyordu. Pala bıyıklı, sert mizaçlı gibi görünse de karizmatik birisiydi. İtfaiye amiri olsa da o günün şartlarında belediyede personel eksikliği olduğu için itfaiye aracının, et arabasının, çöp arabasının şoförlüğünü de yapıyordu. Kemal amca belediyenin her işine koşan dürüst, çalışkan bir kişiydi. Sarıyar yolundaki ağaçların dikilip sulanmasını da sağladı.
Birçok köy yangınlarında bulunmuş, Göynük, Mudurnu gibi komşu ilçelerdeki yangınları söndürerek başarılı görevler yapmıştı. Bazen canını feda edip yangının içine girerdi. Bazı yangınlara müdahale ederken kendisi de farkında olmadan fazla ıslandığından dolayı zatürre olmuştu. Ankara da hastanede tedavi görmüştü. İtfaiyeci Kemal amca enteresan bir kişiliğe sahipti. Karizmatikti. Şoförlüğü çok iyiydi. O tarihlerde ilçenin en zenginlerinden olan Hacı Fettah amca bir yere gideceği zaman onun şoförlüğünü tercih ederdi.
İtfaiyeci Kemal amca gerçekten insan sevgisi ve Nallıhan sevgisine sahip bir kişilikti. Belediyedeki tüm işlerini bitirdikten sonra çarşı içerisinde dolaşırdı. Nallıhan’ımızın değerlerinden meczup Gavacık’lı Şabanı birileri yine kızdırır Şaban o sinirle bağırıp, çağırırdı. Şabanı kimse kontrol edip sakinleştiremezdi.
Meczup Şaban bir tek İtfaiyeci Kemal amcadan çekinirdi. Kemal amca o karizmanın ve pala bıyıkların altında pamuk kalpli bir adamdı. Şaban’ı alır götürür şimdiki meydanda çınarın altındaki çeşmede başını yıkar ve sakinleştirirdi. Sonrada Şaban’ın karnını doyururdu.
İtfaiyeci Kemal amcanın samimi olduğu arkadaşları rahmetli şoförlerden Emin usta ile yine şoför olan İlhan amca idi. Mesai dışında onlarla zaman geçirirdi. Tapucu Hüseyin ile dönemin ilçe Tarım Müdürü Yalçın İKİZEK te arkadaşları idi. İtfaiyeci Kemal amca 1970 li yıllarda daha çok kişide araba yokken Ankara Mutlu ticaret Turan MUTLU’dan bordo renkli bir Murat 124 araç aldı. O dönem araçlar sırayla yazılarak alınıyordu. Şoförlüğü çok iyi olduğundan arabaya çok titiz bakardı. Hem belediyenin hem de kendisinin arabasına temizlik konusunda önem gösteriyordu. Elinde gazyağlı bez arabayı siler dururdu.
Mesai bitiminde aracına arkadaşlarını alır, fırından güvecini yaptırır ve Nallıhan’da Hoş ebede bir ardıç ağacının altında sohbet ve yemekle günün yorgunluğunu atardı. Nallıhan sevdalısı olan ve hizmetleri çok olan Kemal amcayı amirliğini yapan rahmetli başkanlar Halis ÖZTÜRK ile Oktay EREN de çok severlerdi. 1990 yılında 58 yaşında kalp krizi sonucu Kemal amca’yı kaybettik. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Geriye iki erkek bir kız evlat bıraktı. Kendisi olmasa da Nallıhan tarihine hoş bir seda bıraktı. İtfaiyeci kemal amca…
Sevgili Nallıhan’lılar bundan sonraki haftalarda da yine Nallıhan’ımızın efsane olmuş, iz bırakmış insanlarımızı tanıtıp yad edeceğiz…
Taner DEMİR
AYAKKABICI NURETTİN AMCA
Bizim çocukluk zamanımızda Nallıhan’da fazla ayakkabıcı dükkanı yoktu. Ayakkabılarımızı Nurettin amca’dan alırdık. Ayakkabıcı Nurettin amca Nallıhan’ın sayılı esnaflarından birisi olmakla birlikte hayata sıfırdan başlamıştı.
Bir yemenici çırağı olarak hayata atılmıştı. Güvercin peşinde koşmaktan ilk okulu bile bitirememiş, öğretmenine kızınca okulu da bırakmıştı. Yemenici çıraklığı yaparken bir usta ve bir sürü çırak karınlarını bile zor doyuruyorlardı. Nurettin Usta bu işin böyle olmayacağını anlayınca Çıraklığı bıraktı. Artık yamacılık yapacaktı. Kiraladığı bir atla köy köy dolaşıp yemeni, çarık tamiri yapıyordu. Köy odalarında kalıyor, köylünün getirdikleriyle idare ediyor ve kazandığı üç beş kuruş ile emeği karşılığı verilen buğday ve arpayı biriktiriyordu.
18 yaşında çocuk sahibi oldu. Askerden geldikten sonra yamacılık yapmaya devam etti. Küçük bir dükkan kiraladı. Yıllar sonra Sarıyar barajındaki hava körüğü tamir işinden çok para kazandı. Eski araba lastiklerinden çarık yapmaya başladı. Bütün çobanlar müşterisi oldu. Çarşıda bir arsa alıp iki katlı dükkan yaptı. Artık ayakkabı alıp satmaya başlamış, Nallıhan’da müşterisi çoğalmıştı. Ayakkabıcı Nurettin usta Nallıhan’da çok seviliyordu. Dükkanında kara lastikten tut, her çeşit ayakkabı bulunurdu. Ayakkabıcı Nurettin amca girişimci bir esnaftı. Ankara’dan İstanbul’dan mal getirir çeşide önem verirdi. Komşu ilçeler Seben ve Mihalıçcık pazarına sergi açar, ilçe panayırlarını gezerdi. Bir gün Göynük panayırına götürdüğü 30 çuval kara lastikleri aynı gün öğleye kadar satıp dönmüştü. Bizim çocukluk yıllarımızın geçtiği Kocapınarın karşısına ikiz güzel bir ev yaptırmıştı. Bizim okul yıllarımızda okuldan çıkınca yazı mahallesi yolumuzu bağlayan eski benzinliklerin yanındaki köprüyü Nurettin amcanın yaptırdığını duymuştum. Yokluğun ne demek olduğunu kendisi çok iyi bilen bir esnaftı. Köylü çocuklarına yaptığı yardımları duymuştuk. Ayakkabıcı Nurettin amca tırnaklarıyla kazıdığı başarılı öyküsünün arkasında İyi niyetli , çalışkan, dürüst bir esnaftı. Her ne kadar öğretmenine kızıp okula bıraksa da iki oğlunu okutup öğretmen olmalarını sağlamıştı.
Kendisi de ayakkabı dükkanında çalışıp didinirken artık yorulmuştu. Dükkanı az bir fiyata devredip, Kocapınar’ın karşısındaki evinin bahçesine ve çocukken doyamadığı güvercinlerine vakit ayırmak istemişti. Daha sonra eşi ile birlikte hac görevini yerine getirdi.
Gizli tansiyon hastalığı devam ediyordu. Daha sonra kalp yetmezliği, parkinson derken 2010 yılında vefat etti. Ayakkabıcı Nurettin amca, Nallıhan’da bizler her ayakkabı ihtiyacımız oldukça seni hatırlayacağız. Mekanın cennet olsun. Bu vesile ile Nallıhan’a hizmetlerinizi takdir ediyoruz.
Sevgili Nallıhan’lılar bundan sonraki haftalarda da yine Nallıhan’ımızın efsane olmuş, iz bırakmış insanlarımızı tanıtıp yad edeceğiz…
Taner DEMİR
Nallıhan’da dondurma sezonu başlayınca Kocahan’ın içerisindeki dükkanında dondurmacılık yapan Şahin amca’nın o güzel dondurmaları gelir aklımıza.
O tarihlerde başka dondurmacıda yoktu. O teknolojinin fazla olmadığı günlerde elektrikler sık sık kesilse de yine de pes etmezdi Şahin amca. Öyle güzel dondurmalar yedik ki hala tadını günümüz dondurmalarında bulamıyoruz.
Rahmetli Şahin amca orta boylu, güleç yüzlü sevilen bir esnaftı. Dükkana gelen çocukların parası yetsin yetmesin, olsun olmasın herkese o güzel dondurmasından tattırırdı. O sıcak yaz günlerinde bütün Nallıhan halkının dondurma ihtiyacını karşılar bizleri serinletirdi.
Üç tekerlekli bisiklet arabalarına kazan koyar, kazanın etrafını buzla doldurduktan sonra Nallıhan’ın tüm mahalle ve sokaklarına külahla dondurma sattırırdı. Bu üç tekerlekli bisikletlerde bende bir arkadaşımla çalışıp dondurma sattım. Tüm mahalleleri gezerek külahla dondurma satardık. Kazan bitince de Şahin amcadan kazan başına harçlık alırdık.
Bazı mahalle ve sokaklara bisikletle çıkmak zor olurdu. Bazen mahallenin çocukları bize yardım ederlerdi. Ne güzeldi o günler…
Eymir ve Sobran köylerine güreşlere dondurma götürüp satardık. Patronumuz Şahin amca o günün Nallıhan’ın da iyi bir girişimci idi. Ve şüphesiz onun dondurmasının tarifi özeldi. Çünkü başkası o tadı tutturamazdı.
Şahin amcanın dondurmasının tadını hiçbir yerde ne gördük nede tattık. Çocukluğumuzun o güzel üç tekerlekli bisikletleri şimdi yok. Belki o bisiklete binmekte ayrı bir zevkti.
Şuan her yerde pastahanelerde dondurma var. Ancak biz o Nallıhan çocukluğumuzun ve Şahin amcanın külahı 25 kuruşluk tadı mis gibi olan dondurmalarını ve külahlarını özledik.
Belki çocukluğumuzu özledik. Nallıhan’ımızı özledik. Dondurmacı Şahin amca yıllar önce aramızdan ayrılsa da hala Nallıhan sokaklarında sedası ve dondurmasının tadı unutulmuş değil…
Kendisine bu vesile ile Allahtan rahmet diliyorum.
Sevgili Nallıhan’lılar bundan sonraki haftalarda da yine Nallıhan’ımızın efsane olmuş, iz bırakmış insanlarımızı tanıtıp yad edeceğiz…
Taner DEMİR