34,3385$% -0.14
36,7060€% -0.4
44,3163£% -0.27
2.944,91%-0,78
4.955,00%-0,73
2811929฿%3.125
26 Haziran 2016 Pazar
Nallıhan’ dan “İnsan Manzaraları” nda bu haftaki konuğumuz, renkli kişiliği ve herkesle kurduğu iyi ilişkilerle tanınan, Sarıyar’ ın eski muhtarlarından, Sarıyar’ a Belediyeyi kurduran ve Sarıyar’ ın ilk Belediye Başkanı olan Mustafa Demir, namı diğer “Mustafa Çavuş, bölgede halk arasında bilinen lakabıyla ÇEPEL REİS.
Çepel Reis ile görüşmek üzere, Sarıyar’ ın son Belediye Başkanı Sevgili Halil Ünsal kardeşimle güzel bir yaz bahar gününde Sarıyar’ a gittik.
Sarıyar’ a gitmeden önce Türk Dil Kurumunun sözlüğüne baktım ve
ÇEPEL: 1- Bulaşık çamur, 2 – Ürüne karışmış yabancı madde, 3:Çalı çırpı, 4: Yapışkan, sulu, olarak alıyordu. Bunu bir kenara not alalım.
Tam mevsimi olmalı ki, Emrem Sultan Köyünü geçtik, mağaraların bulunduğu kayaların arasından Sakarya Vadisine girdik. Girdik girmesine de gözümüz müthiş bir renk cümbüşüyle adeta kamaştı. Halkın deyimi ile “Sakarı” vadisine girmiştik.
Vadide yeşilin her tonunu görmek mümkündü. Yeşilin tonları arasında ise Sakarya Irmağı adeta nazlı bir gelin gibi kıvrıla kıvrıla akıyordu.
Sakarya o kadar ağır akıyordu ki, 94 yıl önce kenarında düşmanla yaptığımız 22 gün, 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesinin o ağır yükünü hala taşıyor gibiydi.
Ama diğer taraftanda Sakarya Meydan Muharebesinin Muzaffer Baş Komutanı Gazi Mustafa Kemal’ in at üzerindeki sülietini de Sarıyar’ a doğru ilerlerken, Köprü Başı’ nda görür gibiydim.
Sarıyar’ a girerken, Jandarmayı geçince, tam 10 yıl önce yaşanan erozyon sonucu evsiz kalan yurttaşlarımız için yapımına başlanan afet evlerinin bitirilememiş olması, ister istemez: Acaba bu insanlar bu güne dek ne yaptılar, nasıl barındılar diye düşünmeden geçemedim.
Sarıyar’ ın bir zamanar ilkokul, ortaokul, lise olan boş okullarını görünce içim cız edereken, okulun bahçesinde, hepside rahmetli olan, Salih Hocayı, Mahmut Hocayı, Erdoğan Gökmen Hocamızı sanki görüyor ve çocuk cıvıltıları arasında seslerini duyuyor ve sohbetlerine katılmak üzere can atıyordum. Beni bu hayal aleminden arabanın birden durması uyandırıverdi. Kahvenin önüne gelivermiştik.
İşte Çepel Reis, bir masada oturmuş köylüleriyle sohbet ediyordu. Selamlaştık, Sarıyar’ ın sevecen insanlarıyla kucaklaştık ve yanlarına bir sandalyeye çöküverdik.
Ne var ne yoktan sonra kahvedeki Sarıyar’ lıların fotoğraflarını çektik, bunları internetten izlemeniz mümkün.
Çepel Reis her zamanki gibi ve sevecen sesiyle şen şakrak sohbetteydi. Yaşının 92 olduğunu öğrendiğimde: “Vay be… 92 lik delikanlı Çavuşum dedim uzun süre kucaklaştık.
Kahvede ki dostlardan izin istedik ve Mustafa Çavuş ile rahat konuşabileceğimiz bir yere gidelim dedik ve kendimizi Sarıyar Atatürk Parkı içindeki kamelyada bulduk.
Şimdi Çepel Reis ile konuşalım:
Mustafa Demir Kimdir?
Mustafa Demir Rumi: 1340, miladi 1924 yılında Sarıyar’ da dünyaya gelmiştir. Ailenin dört çocuğundan biridir. Yani dört kardeştir. Bu dört kardeşin iki tanesi vefat etmiş olup iki tanesi hayattadır.
Neden Mustafa Çavuş?
Benim çavuşluğum askerlikten değil, askerde onbaşıydım. Sarıyar Barajı yapılırken, Buraya Almanlar geldiler. O zaman Sarıyar’ ın en iyi evi benimdi. Benim evimi kiraladılar, Banada baraj inşaatında işçilerin başında çavuşluk görevi verdiler. Mustafa Çavuş o günlerden kalmadır.
Peki Çepel Nereden?
O zaman Sarıyar’ da içme suyu yok, kanalizasyon yok. Kısacası alt yapı diye bir şey yok.
Ben Muhtar olunca Vali Beye gittim ve ben köyüme hizmet etmek istiyorum. Sizde bana yol göstereceksiniz, yardımcı olacaksınız dedim.
Vali Bey tamam dedi. Ben de oradan aldığım güçle, Sarıyar’ a tüm hizmetleri birden getirmek istiyorum ve hemen her işte Vali Beye koşuyorum.
Tabi Sarıyar o güne kadar Sakarı’ nın suyunu içiyordu, belki o güne dek Sakarı’ nın suyu temizdi, içilebilirdi ama artık Sakarı’ nın suyunun kirlendiğinide görüyorduk ama başka su olmadığı için Sakarı’ nın suyunu içmek zorundaydık.
Vali Beyin yardımlarıyla Sarıyar’ a içme suyu getirdik.
Arkasından kanalizasyon sorununu çözelim istiyordum. Yine Vali Beyin yardımı ile Sarıyar’ ın kanalizasyonunu da yaptık ve açıkta akan pislikleri Sakarı’ ya verdik.
Arkasından ilkokul için yeni bina istedik.. Vali Bey Baktı ki Mustafa Çavuş’ un istekleri bitmiyor, kısacası elini veren kolunu alamıyor. Bir iş için yapıştımıydı bitirmeden bırakmıyor…Bir gün yine Vali Beyin yanındayım, bir sürü isteğim var. Yanımızda başka ziyaretçilerde var.
Aslında Vali bey benim köyüme hizmet için çalışıp çırpınmamadan memnun oluyor ama bazende bunalıyor demek ki, bana:
“Ne ÇEPEL adamsın be Mustafa Çavuş, deyiverdi. İşte o gün bu gündür Çepel Lakabını taşıyorum, hemde gururla….
1969 seçimlerinde yeniden Muhtar seçildim. Artık Muhtarlığı bırakmaya niyetim yoktu. Çünkü biz hizmet ediyorduk, Sarıyarlılar da bu hizmetin karşılığı olarak oyları bize veriyorlardı.
Bana göre Muhtarlık artık Sarıyar’ ın sorunlarını çözmeye yetmiyordu. Ben ise Sarıyar’ a belediyeyi nasıl kurarız üzerine kafa yoruyordum. Köy ikiyüz hanenin üzerine çıktı. Yapılan Nüfus sayımlarında da yeterli sayıyı bulunca Belediyelik için müracaat ettik. Ve Sarıyar’ a Belediye hakkını 1 Aralık 1973 tarihinde aldık.
Yapılan seçimde Belediye Başkanlığına (CHP) aday obölgedeki lakabımız “Çepel Reis” oldu ve halada Çepel Reis olarak gider.
Yetersiz olan içme suyundan sonra da kullanma suyu için çalıştık ve onları hallettik.
Yeni ilkokul binasından sonra Ortaokulu açtırdık, Pratik Sanat okulu açıldı.
Daha sonra Lise biasını yaptırdık. Ama okulu açmadılar. Çünkü ben CHP. li, iktidar başka parti. Köy Muhtarı ile iş birliği yaptık, çünkü köy muhtarı iktidar partisindendi. Ve liseyide açtırdık. Öğretmen lojmanlarını yaptırdık. Bu meydandaki belediyeye ait binaları tamamı benim reisliğim döneminde yapıldı. Postaneyi açtırdık, lojmanını yaptırdık.Telefon sistemini kurdurduk. Kısacası Sarıyarda Belediye kurulduktan sonra tüm hizmetler geldi.
1977 seçimlerinde yeniden Belediye Başkanı seçildim. 12 Eylül 1980 darbesi ile , bütün Belediye Başkanları gibi bizide görevden aldılar. Ama mücadele ettim, kısa süre sonra iade edildim. Bir dönem daha Belediye Başkanlığı yaptık.
Toplamda iki dönem Muhtarlık, üç dönemde Belediye Başkanlığı olmak üzere toplam beş dönem, yirmi yıl Sarıyar’ a ve Sarıyar halkına hizmet verdim.
1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı başarı ile yapıldı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, kendisi ile Hastanede bir gazimizi ziyaretimizde bir aradayız, Demek Çepel Reis sensin dedi. Kendisi beni de çok severdi.
Kıbrıs barış Harekatı anısına Türkiyede bir ilki sarıyarda yaptırdım.
Bu gün işte hemen şurada görüyorsunuz, “Kıbrıs Haritası” şeklindeki Türkiye’ de ki tek havuz Sarıyar’dadır ve Çepel Reis tarafından yapılmıştır.
Peki Çepel Başkan; Başkan oldum ama yapmak isteyipte yapamadığım dediğin neler var?
Benim yapamadığım diye hiçbir şeyim yok. Ben aklımın erdiği, benden Sarıyar için istenen her şeyi yaptım.
Sarıyar çok eskiden beri bölgenin sebze ve meyve yeri. Kısacası bölgenin en büyük üretim merkezi iken, Sarıyar’ ın nüfusu neden azaldı?
Çayırhan’ da ki termik Santral açıldıktan sonra Sarıyar’ da sebze meyve üretimi çok azaldı. Çünkü bu santralın havaya salgıladığı gaz nedeniyle eskisi gibi sebze ve meyve üretilemiyor. Üritim yok, bölgedeki iş sahalarıda özelleşince bölgenin gençler dışarıya gitmeye başladı. Yani Sarıyar’ da göç verdi. Hemde hızlı bir şekilde nüfus azaldı.
Peki bunun çözümü nedir?
Bunun Sarıyar’ da ki ve bölgede ki tek çözümü bölgede tekrar tarımsal ve hayvansal üretime geçilmesidir. Turizmin canlandırılmasıdır.
Çepel Reisin ailevi durumu nedir?
Çepel reis evlidir ve eşi ile Sarıyar’ da yaşamaktadır. Beş çocuğu ve 25 torunu ile büyükbir ailedir O…
Çepel Reise teşekkür edip, Sarıyar’ ın son Belediye başkanı Halil Başkana (CHP) döndük ve sorduk:
Halil Ünsal Başkanım, size göre Çepel Reis kimdir?
Sarıyar’ a Belediye başkanı olunca, benden önce belediye başkanlığı yapan büyüklerimi sordum soruşturdum, yaptıkları işlere baktım. Hepsine hizmetleri için teşekkür ediyorum. Ancak içlerinde Mustafa Amcam, namı diğer Çepel Reisi kendime rehber edindim. Ondan çok büyük feyiz aldım. Çünkü bırakın reisliği, Sarıyar’ ı Sarıyar yapan değerlerin başında Çepel Reis vardır ve O adını Sarıyar tarihine altın harflerle yazdırmıştır.
Baktığımızda Çepel Reisin bütün sorunları gerek tüm insanlarla, gerekse bürokrasi ile kurduğu ilişkilerle ve yaptığı mücadele ile bütün sorunları çözdüğünü görüyoruz
Ben herşeyden öte kendisine bir Sarıyar’ lı olarak yaptığı hizmetlerden, Sarıyar’ a katkılarından ötürü tekrar teşekkür ediyorum, iyiki varsın Çepel Başkanım diyorum ve izninizle kendisinin ellerinden öpmek istiyorum. Dedi ve kalktı Sarıyar’a Belediyeyikuran ve ilk Belediye Başkanı olan Mustafa Demir’ in, namı diğer Mustafa Çavuş’ un, namı diğer Çepel Reisin elini saygı ile öptü ve ikisi kucaklaştılar. Bize de her iki Başkana teşekkür etmek ve bu tarihi ana tanıklık etmek ve bu güzel anları ölümsüzleştirmek ve siz değerli okurlarımıza ulaştırmak kaldı.
Umarım bizde bu görevimizi yapabilmişizdir.
Nevzat TÜRKEL
Onbir ayın sultanı olarak tanımlanan mübarek Ramazan ayındayız.
Müslümanlar olarak yoğun bir ibadet ve gönül temizliği içindeyiz.
Herkesin yaptığı ibadetin sorumluluğu ve yararı kendisinedir. Hiç kimse yaptığı ibadetten ötürü kendisini diğer bir insandan üstün göremez ve görmemelidirde.
Allah’ ın katında yaptığın ibadetin değerini, önemini bilebilen var mı?
Ancak benim asıl değinmek istediğim konu Müslümanlar olarak bu mübarek Ramazan ayında bir muhasebe yapabiliyor muyuz, yaşadıklarımızın nedenlerini düşünebiliyor muyuz? Bence asıl önemli olan bu…
Şu anki dünyamızda, Müslüman olmayan ülkelere göre:
Neden Müslüman ülkeler geri kalmış durumda?
Neden Müslüman ülkeler hep kargaşa kaos, savaş içinde?
Neden Müslüman ülkeler bilimde, fende, teknikte dünyanın gerisindeler?
Neden Müslüman ülkelerde üretim daha az, tüketim daha çok?
Neden Müslüman ülkelerde okuma yazma oranı çok düşük?
Neden Müslüman ülkelerde, çocuklar daha çok ölüyor?
Neden Müslüman ülkelerde, insanın ömrü ortalaması daha kısa?
Neden Müslüman ülkelerde, sefalet yoksulluk fakirlik daha fazla?
Neden Müslüman ülkelerde daha az gazete, daha az kitap basılıyor ve okunuyor?
Neden Müslüman ülkeler insanları kendi ülkelerini bırakıp “Gavuristana kaçmaya çalışıyor ve bu uğurda her gün yüzlerce insan ölüyor?
Neden, neden, neden?
Bu nedenleri azaltmadığımız, bitirmediğimiz sürece gerçek müslüman olmamız, insan olduğumuzun farkına varmamız mümkün olamaz diye düşünüyorum..
Bence mübarek Ramazan ayı vesilesiyle bunları düşünmeliyiz, düşünmek zorundayız.
Bilmem siz ne dersiniz?
Saygıyla ve sevgi dolu kalın…
AKİF’ TEN…
Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih,
Çevrende dalkavuklar, tapınır gibi la – teşbih!
Sarık cüppe ve şalvar, hepsi istismar riya
Şekil yönünden sanki; Ömer’ in devri güya
Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler
Zikir Kuran sesinden, yerler ve gökler inler!
Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan
Sen onları kendine tapdırırsın vesselam!
Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin!
Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
Bunların dilinde HAK, ama kalbi dolu PUT!..
Mehmet Akif Ersoy
E Mail Adresi: nevzat-turkel@hotmail.com GSM: 0506 865 28 53
Not: Bu yazı 07. Haziran. 2016 tarihli “ Nallıhan’ ın Sesi “ Gazetesinde yayınlanmıştır.
Saygıyla ve sevgi dolu kalın…
Merhaba değerli okurlarım; bu sayıdaki yazımızda her zaman olduğu gibi birkaç konuya yer vermek ve bu konulardaki görüşlerimizi siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
BİZ İNSANLAR ve BİZ NALLIHANLILAR!
Birkaç hafta önceki bir yazımda Ankara ziyaretimde Nallıhanlılar Vakfı kurucusu ve halen Başkanı olan sevgili Ayhan Sümer’ i de ziyaret etmiş, kendisi ile sohbet etme olanağı bulduğumu yazmış ve bu sohbetten edindiğim izlenimleri sizlerle paylaşacağımı da yazmıştım. Bu yazımda bu izlenimlerimi siz Nalıhanlı hemşerilerimle paylaşmak istiyorum.. Elbette sevgili Ayhan Sümer’ in izni ile.
Şöyle bir geriye doğru dönüp, kısa bir yolculuk yapalım.
Yıl 1995… Bir grup Nallıhanlının, Ankara’ da yaşayan iş adamı Ayhan Sümer’ e gidip;
“Ayhan Bey” Nallıhanlılar bir birliktelik oluşturalım, siz de bizim liderimiz olun, Nallıhan için birlikte iyi şeyler yapalım”, derler.
Ayhan Sümer’ inde hayal ettiği şey, doğup çocukluğunu geçirdiği ata yurdu Nallıhan için bir şeyler yapmaktır.
Nallıhanlıların bu isteği, içindeki bu kıvılcımı ateşler ve alevlendirir. Birlikte Nallıhan Vakfını kurarlar. Tabi ki bu işin yükünü Sevgili Ayhan Sümer’in çekmesi bekleniyordu ve o da bunu biliyordu. Onun için bu güne dek hiç şikayet etmedi. Şikayet ettiğini de sanmayın, şikayet etmeye de niyeti yok.
Sevgili Ayhan Sümer’ in bana kızacağını biliyorum ama bazı gerçekleri de yazmadan geçemeyeceğim. Kusura bakma sevgili Ayhan Sümer. Bunları sizin için değil ama biz Nallıhanlılar için yazmak zorunluluğunu hissediyorum.
Yapılanlara kısaca bir bakalım. Nallıhan Vakıf kurulduğu andan itibaren Nallıhanlı yüksek öğrenim öğrencilerine burs vermeye başladı. Bugüne dek yaklaşık bin (1000) dolayında öğrenciye burs verildi.
O gün 18 yaşında burs alan Nallıhanlı bir öğrenci bu gün yaklaşık 35 – 40 yaşlarında ve sanıyorum % de 99 u okulunu bitirdi, bir meslek sahibi oldu, evlendi çoluk çocuğa karıştı. Belkide çocukları yüksek öğrenime devam ediyorlar.
Acaba kaç tanesi geriye dönüp baktı ve o burs aldığı günleri anımsadı?
Her yıl Nallıhan’ da ki tüm okulların birincilerine, günün koşullarına göre ödüller verildi. O öğrencilerde bu gün için büyüdü, okullarını bitirdi, meslek sahibi oldu, evlendiler ve çoluk çocuğa karıştılar.
Acaba kaç tanesi geriye dönüp kendisine ödül verildiği günleri anımsadı?
Sevgili Ayhan Sümer bunların yanında, kendi parası ile, Babası Hafız Mustafa Sümer adına bir huzurevi yaptırdı ve döşedi, Nallıhanlılara verdi. Ama onuda çalıştırmadık, adamı yaptığına yapacağına pişman ettik.
Neyse ki burası uzun süre kız yurdu olarak hizmet verdi de bu acıyı unutturdu. Buradan da kızlarımız yetişti, meslek sahibi oldular, evlenip çoluk çocuğa karıştılar.
Acaba kaç tanesi geriye dönüp kendisine kucak açan bu sıcak yuvayı anımsadı?
Sevgili Ayhan Sümer bugün kendi adını taşıyan Kültür Merkezinin yapımında ve düzenlenmesinde de elini taşın altına sokmaktan kaçınmadı. Bir kadirşinaslık örneği gösterildi ve bu kültür merkezine Ayhan Sümer’ in ismi verildi.
Ama burasıda o dönemde doğru dürüst çalıştırılamadı. Ayhan Sümer ismini taşıyan burasının çalışmasını da vakıf adına kendisi üstlendi ve bu gün burası çalışıyor.
Nallıhan’ da ailecek oturulacak bir yer yokken, konuklarımızı götürecek bir yer yokken
Nallıhan’ da ailecek oturulabilecik nezih bir yer oldu burası. Burada kar amacı güdülmedi ve her ay masraflar karşılandı. Hangimiz buraya ailecek gitmedik ki, hangimiz misafirlerimizi buraya götürüp ağırlamadık ki…
Ama kaç tanemiz, o günleri anımsadık ve bu gün bize yaşatılanlar için geriye dönüp baktık?
Çok merak ediyorum; acaba kaç kişi bunlar için Sevgili Ayhan Sümer’ i bir buket çiçekle ziyaret edip teşekkür etti ?
İçlerinden kaç tanesi, dün ben burs aldım, bugün burs verecek konuma geldim, bir Nallıhanlı öğrenciyede bir ay olsun ben burs vereyim dedi mi?
Kaç tanemiz bu yaptıkları için Nallıhan’ a geldiğinde, veya telefonla sevgili Ayhan Sümer’ e teşekkür ettik mi?
Bu sorulara acaba kaç tanemiz olumlu yanıt verebilir, doğrusu çok merak ediyorum.
Yanıt vermeyeceğini de biliyorum ama sevgili Ayhan Sümer’ e de bu soruları sormak istiyorum.
Bu konuda, bir kasıt aramıyorum, hiç kimseyi de suçlamak istemiyorum ama Nallıhanlılar olarak biraz ihmalkarız diye düşünmekten de kendimi alamıyorum…
Bu konuda sizler ne dersiniz sevgili Nalllıhanlı hemşerilerim?
HAVALAR KIŞA DÖNDÜ!
Yine bir Aralık ayına daha geldik. Bu demektir ki Kış Mevsimi kapımızda.
Bundan sonra soğuk olması, kar yağması halinde şaşırmamalıyız, aksine kışa hazırlıklı olmalıyız. Sanıyorum Nallıhan’ da pek çoğumuz uzun yaz sezonunda kış hazırlıklarımızı yaptık ve umuyorum rahat bir kışa hazırız.
Bizler belki rahatız, ancak rahat olmayan komşularımız, kışın zor koşullarının kendilerini beklediği hayvan dostlarımız var. Bunları da bizim unutmamamız gerekiyor.
Kış deyince her nedense zor koşullar aklımıza geliyor hemen. Elbette kışın zorlu koşulları var, ancak bu zorlu kış koşullarının yanında kış mevsimininde kendisine göre ve biz insanları mutlu eden güzellikleride var. Kışın soğuk zamanlarında yaşadığımız sıcak yaz dönemlerini düşünelim, zannediyorum çoğumuz o sıcak günlerde kış mevsimini anımsamışızdır herhalde….
Kışın kar yağdığında doğanın beyazlar içinde bir gelin gibi güzelliği hangimizi cezbetmedi ki….
Kış mevsiminin zor koşulları biz insanları ve hayvan dostlarımızı zorda bırakmasın diyelim, dileyelim ve bu bölümü noktalayalım.
EVLİLİK
Evliliğin ilk haftasında..
Erkek: Ah! Rüyam nihayet gerçek oluyor!!
Kadın: Senden ayrılmamı ister misin?
Erkek: Hayır! Bu soruyu sakın bir daha sorma!.
Kadın: Bana âşık mısın?
Erkek: Hem de nasıl..
Kadın: Beni terketmeyi düşünür müsün?
Erkek: Asla!..
Kadın: Beni öpmek ister misin?..
Erkek: Defalarca..
Kadın: Kızarsan beni tokatlar mısın?..
Erkek: Asla! Aklına bile getirme..
Kadın: Sana güvenebilir miyim?
Erkek: Evet..
Kadın: Aşkımmm!..
Evliliğin onuncu senesinde..
Lütfen konuşmayı bu kez aşağıdan yukarıya okuyunuz
E Mail Adresi: nevzat-turkel@hotmail.com GSM: 0506 865 28 53
Not: Bu yazı 25. Kasım. 2014 tarihli “ Nallıhan’ ın Sesi “ Gazetesinde yayınlanmıştır.
Merhaba değerli okurlarım; bu sayıda ki yazımızda yine her zaman olduğu gibi birkaç konuya yer vermek ve bu konularda ki görüşlerimizi siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum…
ULUSAL EGEMENLİK!
“Ulusal Egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur” Mustafa Kemal…
23 Nisan 1920. Cuma…. Güneşli bir öğle vakti. Ankaralılar Hacı bayram Camii önünde toplandılar.
Cuma namazını Hacı bayram camii Hatibi kıldırdı. Üç hoca Kur’anı hatmettiler.Kur’anın duası ve Buharii Şerifin Mecliste okunmasına karar verilerek cemaat camiden çıktı.
Hacı bayram Veli’nin bayrağını çektiler. Bu sancağın arkasında, Sinop Mebusu hoca Abdullah Efendi, başta olmak üzere,camii önünde toplanan halk, tekbirler getirerek, Meclise doğru yürüyüşe geçtiler. Bir manga kadar askerde bu alayın iki tarafında ağır ağır ilerliyordu.
Bu kortej, altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu yerine, yeni bir Türkiye Devletinin temellerini atmak üzere yürüyordu.
Mustafa kemal Paşa, Ankaralıların bir çığ gibi Karaoğlan caddesinden haykırarak ilerlediklerini seyre dalmıştı.
Bu coşan insanlara,gözlerini dikmiş, bunlara tunçtan bir heykel gibihareketsiz bakıyordu.
Bu kurucu ve yaratıcı halk kitlesi, Millet meclisinin önünde durdu. Bu anda meclis bahçesinde üç kurban kesildi. Bursa Mebusu Fehmi Hoca bir dua okudu. Duadan sonra, Meclis kapısında ki kordelayı Mustafa kemal Paşa kesti.
İlk defa meclise Yozgat Mebusu Süleyman Bey girdi. Arkadan bütün mebuslar içeri girerek sıralarda oturdular.Hoca mebuslar hep bir ağızdan dua ediyorlardı. Kürsüye Hacı bayram Veli’ nin sancağı dikildi.Kur’an ile Sakalı Şerif de kürsüye konuldu. Bu suretle 23 nisan 1920 Cuma günü İslami bir anane ile Büyük Millet Meclisi açıldı. Mecliste 338 Mebus bulunması gerekirken, Mebuslardan ancak 115 i daha önce ilan edilen 23 Nisan’ a yetişebilmişlerdi.
Mebuslar Meclis kürsüsünden şu yemini yaptılar:
“Makamı Hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin istiklal ve istiklasından başka bir gaye takip etmeyeceğime Vallahi! “
Geçici başkanlığa sinop Mebusu Şerif Bey seçildi. Şerif Bey kürsüye gelerek Mebuslara bir hitabede bulundu.
Mecliste ikinci sözü Ankara Mebusu Mustafa Kemal Paşa aldı. Mustafa Kemal meclis kürsüsüne çıktığı zaman 40 yaşlarında genç bir Generaldi. Ordudan istifa etmiş, kendini millet yoluna feda ederek, halk arasına karışmıştı. Ankaralılar kendisini Mebus seçmişlerdi. Başka hiçbir resmi sıfatı yoktu.
24 nisan günü meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada bir takım vesikalara dayanarak, İstanbul’un ve ülkenin içinde bulunduğu durumu anlatarak, İstiklali millimiz uğrunda , bütün mevcudiyetimle çalışacağımı temin eylerim.
Butemeli mukaddes uğrunda milletle beraber nihayetine kadar çalışacağıma da mutaddesatım namına söz veriyorum” diyerek uzun konuşmasını bitirdiği zaman bütün meclisi kendisine hayran bırıkarak büyük itimat da sağladı.
Aynı gün mustafa kemal paşa millet meclisi başkanlığına seçildi. Daha sonrada Ankara millet meclesi Hükümeti kurularak, bakanlar kurulu oluşturuldu. Rauf Bey(Orbay), Vekiller heyeti reisi, bu günkü anlamda Başbakan oldu.
Böylece Mustafa Kemal Paşa Türkiye büyük millet Meclisinin reisi, aynı zamanda yeni türkiye devletinin de reisi oldu.
İşte 23 nisan’ın kısa ama anlamlı öyküsü budur. 23 nisan 1920 Cuma günü Türkiye devletinin temellerinin atıldığı gündür. Bu gğün övündüğümüz Türk demokrasisinin kuruluş meşalesinin yandığı gündür. 94 yıldır bu meşale Ankara’ da Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaktığı gibi yanmağa devam etmektedir ve devam edecektir. Bunun değerini hepimiz çok iyi anlamalıyız, öğrenmeliyiz ve bundan sonra da korumalıyız.
Daha sonra ki yıllarda Büyük millet meclisinin kurulduğu gün olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı olarak ilan edilmiştir. Bu bayram Mustafa kemal tarafından “Bugünün küçüğü, yarının büyüğü” olan Türk çocuklarına armağan edilmiştir.
23 Nisan dünyada ki tek çocuk Bayramıdır. Ne mutlu Türk Çocuklarına, ne mutluonlara bayram veren Mustafa Kemal’ e, ne mutlu Türküm diyene……
bu büyük bayram hepimize Tüm türk çocuklarına ve onların yaşadığı coşkuya ortak olan dünya çocuklarına kutlu olsun.
23 NİSAN
Tüm Anadolu’ya düşman doldu,
Al bayrağın, al rengi de soldu,
Samsun’da doğan güneş umut oldu,
Millet Meclisi Ankara’da kuruldu…
İlk kongre yapıldı Erzurum’da
Özgürlük andı içildi Sivas’ta,
Misket oynandı Keklik Pınarı’nda,
Seğmenlerle buluştuk Ankara’da…
Baharda Ankara’da Meclis açıldı,
Anadolu’ya ışık ışık yayıldı,
Tüm ulusun gözü ışıl ışıldı,
Türk Ulusu cepheden cepheye atıldı…
Meclisin açıldığı gün 23 Nisan,
Bütün Ankara dolup taşıyor insan,
Türk yaşamaz özgürlüğünü alırsan,
Özgürlüğün için savaş tek de kalsan…
Yüce meclisimizle onur duyarız,
Al bayrakta ay ve yıldızı ararız,
23 Nisanda neşeyle coşarız,
Atamıza saygı ve şükran duyarız…
Nevzat TÜRKEL
(14 Nisan 2004)
Saygılarımla..E Mail Adresi: nevzat-turkel@hotmail.com GSM: 0506 865 28 53
Not: Bu yazı 22. Nisan. 2014 tarihli “ Nallıhan’ ın Sesi “ Gazetesinde yayınlanmıştır.
Merhaba değerli okurlarım; bu sayıda ki yazımızda her hafta olduğu gibi, birkaç konuya yer vermek ve bu konularda ki görüşlerimizi siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum…
ZOR ZENAAT!
Gazeteci bir üstadımız, gazetecilik için “Zor zenaat gazetecilik” demiştir. Bu mesleği yapıyorsanız bunu zamanla kendinizde anlıyorsunuz.
Bir kere dostunuzun belirli sayıda, özellikle de az olmasına alışacaksınız. Zira yazdıklarınızdan dolayı her zaman rahatsız olanlar çıkacaktır. Her yazıda bir veya birkaç kişiyi rahatsız ederseniz ve benim gibide 29 senedir (1985 den beri) yazı yazıyorsanız çok kişi rahatsız olmuştur, olmaktadır.
Ama çok şükür ki benim dostlarımdan yana bir şikayetim yok. Zira dostumuz sayı olarak belki azd ama öz diye tanımlıyorum.
Herkesin dostu kendine, benim dostlarım da bana diyelim ve konumuza girelim.
Başta da belirttiğim gibi yazılarımız nedeniyle pek çok mektup, e mail alıyoruz. Bunların içinde övgü dolu olanları olduğu gibi, sövgü dolu olanlarda vardır elbette. Övgü dolu olanlar bizi yüceltmeyeceği gibi, sövgü dolu olanlarda bizi yerin dibine batırmıyor. Tabi bu arada her türlü eleştirileri de alıyoruz ve değerlendirmeye çalışıyoruz. Çünkü eleştiriler nasıl olursa olsun bize yol göstermektedir.
Bir kişiden bir bakıyorsunuz övgü dolu bir yazı alıyorsunuz, çok değil, birkaç hafta sonra ise, aynı kişiden sövgü dolu bir yazı alıyorsunuz. Bizim yazılarımıza ne övgü dolu yazıların, ne de sövgü dolu yazıların hiç ama hiç etkisi olmaz.
Pek çok okurumuzda bize yazdıkları yazılarına yanıt beklemektedirler. Elbette hepsine yanıt vermemiz düşünülemez. Zira her yazılana cevap yazmaya kalkarsak, klavyenin başından kalkmamamız gerekiyor.Onun için pek çok yazıya, özellikle de yazılarımızla ilgili veya ilgisiz, münasebetsiz yazılara yanıt vermiyoruz, vermeyi de düşünmüyoruz.
Ama biliyorum ki özellikle sövgü yazanların yanıt beklediklerinden eminim. Kendileri gibi bir pisliğin içine bizi de çekmeye çalışacaklardır. Bu güne kadar böyle bir pisliğin içine bulaşmadım, bulaşmaya da hiç niyetim yok.
Elbette biz de insanız; ne kadar dikkat ederseniz ediniz bazen bilmeden hatalarımız olabiliyor. Böyle zamanlarda ise “Özür dilemenin bir erdem” olduğuna inandığım için hiçbir zaman özür dilemekten kaçınmadım.
Sahi yanıt bekleyenler deyince Rahmetli Uğur Mumcu’ nu “Sakıncalı Piyade” isimli eserinden bir bölümü siz değerli okurlarımla paylaşmak isterim. Mumcu’ nun kitabının 17. basımının 84 ila 88 . sayfaları arasındaki bir bölüm. Merak edenler okuyabilirler.
Ben yazının tamamını alamayacağım sadece bir bölümünü özet olarak buraya almak istiyorum.
Olay bir sıkı yönetim mahkemesi duruşmasında geçer:
“Duruşma sırasında savcı söz alır ve yargıca:
-Efendim tanığın dosyada mevcut bir müracaatı var.
Duruşmayı yöneten Yargıç, Savcının sözünü keserek:
-Evet okuduk, okuduk… Ama bir şey anlamadık.
Savcı izah edeyim der ve izah etmeye başlar:
-Efendim Tanık, Anayasaya saygı yürüyüşü sırasında.. Yargıç Savcının sözünü keser ve :
-Yürüyüşe mi katılmış..? Savcı:
-Hayır efendim… Yargıç sorar:
-Peki dosyada ne işi var… Savcı:
-Efendim tanık o sırada bir siyasi partinin İstanbul il Başkanıymış… Yargıç:
-Ne olmuş yani… Savcı :
-Tanık bu gazeteciye, telgraf çekmiş efendim…
Yargıç sabırsızlıkla bekleyen tanığa dönmüş ve:
-Siz Savcılığa başvurmuşsunuz. Demişsiniz ki, ben bu gazeteciye telgraf çekip, onu kınadım..
Yargıç devam etmiş:
-Ne olmuş kınadıysanız… Tanık:
-Kınadım efendim. Çünkü bu yürüyüşte “Halklara özgürlük, kardeşlik gibi sloganlar atılmıştı. Yargıç:
-Peki bunları bu gazeteci mi söylüyordu..? Tanık:
-Hayır… Yargıç:
-Öyleyse?…. Ve Yargıç gazeteciye dönerek:
-Bak böyle diyorlar, tanığın telgrafına cevap yazmamışsın. Bir diyeceğin var mı?
Gazetecinin yanıtı, tanığın pembe yanaklarını mosmor etmeye yetmişti. Yanıt şöyleydi:
-“Efendim, anayasaya saygı yürüyüşünden sonra bir çok kimseden övgü ve yergi mektupları aldım. Çoğuna cevap vermedim. İşte o günlerde bir zarf aldım. Zarfı açınca, içinden affedersiniz, dışkı çıktı, yani insan pisliği çıktı.”
Gazeteci tanığa dönerek:
Bana gelen insan pisliğine yani dışkıya cevap vermedim… Bu tanığa da cevap vermedim.
Tanık, bu konuşmanın altında kalamazdı. Tam konuşmaya başlamıştı ki, mahkeme yargıcından hiç ummadığı bir karşılık aldı:
-Çık dışarı… Çık!….
Tanık geçte olsa beklediği yanıtı almıştı…. Kimbilir, gereksiz yazıları içinde bizden yanıt bekleyenler var mıdır? … Sanırım yoktur..
Vesselam!… Zor zenaat Gazetecilik!….
HASANOĞLAN!
Hasanoğlan Köy Enstitüsü,
Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu,
Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Lisesi….
Bu ülkeye binlerce aydınlık insan yetiştiren müstesna bir eğitim yuvası….,
Hasanoğlan’ da 17 Nisan 1940 tarihinde, köylere öğretmen yetiştirmek üzere köy çocuklarını toplayıp Hasanoğlan’ da okutup öğretmen olarak yetiştirmişler ve yine köylerine göndermişler.
Köy Enstitülerinde okuyanlar, yaparak yaşayarak öğrenmişler, üretmişler….
Binalarını kendileri yapmışlar, tuğlayı, kiremiti, kireci kendileri yapmışlar, sularını kendileri getirmişler. Meyve bahçelerini, sebze bahçelerini, ahırlarını, kümeslerini, arılıklarını kendileri yapmışlar, hayvanlarını yetiştirmişler, meyvelerini, sebzelerini kendileri yetiştirmişler. Kısacası hiçbir zaman hazıra konmamışlar… Üretmişler, üretmişler, üretmişler.
Ne yazık ki bu gün Köy Enstitüsü mezunu o kadar az kaldı ki, nerdeyse bir elin parmakları kadar!..
İyi ve güzel olan her şeyi karaladığımız gibi Köy Enstitülerini de karalayıp kapattırmışlar. Onların yerine İlk Öğretmen Okulları kurulmuş. İşte bizler bu okullara yetiştik ve bu okullarda okuyup, öğretmen olduk ve yurdumuza özellikle köylerde hizmet ettik.
Hasanoğlan Mezunlarının, merkezi Ankara’ da olan “Hasanoğlan Mezunları Derneği” adında bir derneğimiz var. Bu dernek tüm Hasanoğlanlıları kucaklıyor ve her sene, Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü olan 17 Nisanı içine alan hafta da, bir gün şenlik düzenliyor.
Bu yıl ise 20 Nisan 2014 Pazar günü saat: 10. 30 da amfi tiyatroda bir şenlik düzenledi. Bu şenliğe tüm Hasanoğlan mezunlarını bekliyorlar.
Geçtiğimiz yıl bu şenliğe Nallıhan’ dan bir grup katıldık ve çok duygusal anlar yaşadık, 40 yıldır görmediğimiz arkadaşlarımızı, okuldaşlarımızı, öğretmenlerimizden bazılarını gördük. Mutlu olduk, hüzünlendik, sevindik.
Bu Derneğin Başkanı olan kardeşimiz Sevgili Nermin Yıldırım ve yönetim kurulunda ki arkadaşlarımız, Nallıhanlıları bu yıl düzenlenen şenliğe yine bekliyorlar. Eğer arkadaşlarımızdan da böyle bir talep olursa mutlaka değerlendiren arkadaşlarımız olacaktır diye düşünüyorum.
Hasanoğlan Onurumuzdur!
Ne mutlu Hasanoğlan Mezunlarına…
AŞIK VEYSEL!
“Aşık Veysel evli olduğu zamanlarda eşi başka bir adama aşık olur ve kaçmaya karar verir. Gece uyumak için yataklarına girdikten sonra eşi kalkar, bohçasını da aldıktan sonra pabuçlarını giyer ve ardına bakmadan kaçmaya başlar.
Biraz gittikten sonra ayağına bir şeyin vurduğunu fark eder. Pabuçlarını çıkarttığında gördüğüne inanamaz.
Aşık Veysel’in tüm parası oradadır. Kaçacağını anlayıp sahip olduğu her şeyi eşine bırakmıştır. Ayrıca parayla beraber birde kağıt bulur. Ve o kağıtta şunlar yazmaktadır: “Al bu para ananın ak sütü gibi helal olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme.
Bir de güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.. “
Ölümünün 41. yılında, ünlü Ozanı küçük bir anekdotla da olsa, saygı ve rahmetle yad edelim istedim.
Saygılarımla..E Mail Adresi: nevzat-turkel@hotmail.com GSM: 0506 865 28 53
Not: Bu yazı 08. Nisan. 2014 tarihli “ Nallıhan’ ın Sesi “ Gazetesinde yayınlanmıştır.