34,1807$% 0.01
38,2124€% 0.06
45,8315£% 0.24
2.916,75%-0,10
4.979,00%-0,02
2203025฿%-1.88503
BİR SEVDADIR NALLIHAN NOSTAL JİLERİ ll
KALEMİN SESİ
TANER DEMİR
1960 yılında Hamam Sokak’ta bugün Güngörler İş Hanı’nın olduğu yerde ilçeye ilk kez bir sinema salonu yapılmıştı. 1970’li yılların ortasına kadar filmler bu sinemada gösterildi. Çöpçü Mustafa akşamüstleri , gösterimde olan filmin afişini bağrına açarak mahalle aralarında dolaşırdı. Herkesin ay çekirdeği çıtladığı sobalı sinema salonunda filmin kahramanı finalde topluca alkışlanırdı. Bende ilkokuldayken okul olarak bu sinemaya götürülerek film seyrettiğimi hatırlıyorum. Filmin adını hatırlamasam da konusunu hatırlıyorum. Küçük bir çocuk uçak kazasından kurtulmuş, ıssız bir adada yardım bekliyordu. Daha o yıllarda ilçede televizyon yoktu.
Telefon bile PTT ‘ye yeni gelmişti. Hiç unutmam sınıf olarak PTT gidip sırayla telefonu kulağımıza alıp alo demiştik. Sırayla telefon ahizesine alo derken sınıf arkadaşlarımızdan erkek Fatma dediğimiz soyadını unuttuğum Fatma sesinin kalın olan tonuyla da ALOO deyince hepimiz gülmüştük. Sanırım 1973 ‘ten sonra televizyon ilçemize geldi. Başta zenginlerin evine konuk olan siyah beyaz televizyonlar yavaş yavaş yayıldı. Henüz bizde televizyon yok iken komşuların ya camlarından yada evlerine misafir giderek izlemeye başlamıştık. Hiç unutmam. Bizim karşı komşumuz olan rahmetli Manifaturacı Enver TEZEL amcanın evindeki televizyonunu evimizin önündeki ağacın üzerinden seyretmeye çalışırdık.
Yine o günlerde bir gün Alman milli takımının maçı vardı. Maçı seyretmeyi çok istiyordum. Fazla samimi olmasak ta Enver amcalara misafirliğe gitmeyi aileme kabul ettirdim. İlk kez canlı maç seyredecektim. Dünyanın en iyi kalecisi olan Schumucher ‘i görecektim. Çok heyacanlıydım. Eve girdik hoş beş ettikten sonra tabi tek kanal ve siyah beyaz televizyona kilitlenmiştim ki elektirikler kesildi. Tabi maçı da Schumucheri de göremedim. Aradan yıllar geçtikten sonra hepimizin o dönem hayran olduğu kaleci Scumucher Fenerbahçe’ ye transfer oldu. Fenerbahçe’li olarak bu anı hiç unutmadım. O yıllarda Kaçak dizisi çok meşhurdu yine ben komşularda seyrettim. Nordmende ve Şhaplorenz markalı televizyonlar ile televizyonların kocaman regilatörleri meşhurdu.
O dönemleri yaşayanlar bilirler, 1953’den önce ilçede elektrik yokmuş. Geceleri petrol ve lüks lambalarıyla aydınlanılırmış. Ankara’dan dönerken otobüs Ayaş’ta durduğunda testiler alınırdı. Yaz günlerinin sıcağında soğuk su gereksinimi çoğunlukla Ayaş testisiyle giderilirdi. Kimileri de Sobran Köyü ustalarının çam kütüğünden yaptığı bardakla ya da Aksu Köyü ustalarının yaptığı tahta fıçıyla soğuk su ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Akşamdan doldurulan testi, bardak ya da fıçı gecenin serinliğinde merdiven başına konur, sabahta gölgeye alınarak üzeri ıslak bezle örtülür, gün boyu içilirdi. İlçe merkezindeki bu soğutucular köylerde de kullanılırdı.
Günümüzde çarşının belirli yerlerine konan hoparlörlerle yapılan duyuruları, 1960’tan önceki yıllarda Tellal Mehmet Çavuş yapardı. Tellal Mehmet Çavuş aynı zamanda iyi bir kadayıf ustasıydı. Bilhassa Ramazan aylarında işi iyi olmalıydı. Bugün ilçede kadayıf yapan yok. Nalbant ve kalaycı da yok. Semerci tekte olsa var, fakat çırağı yok, o da bir gün diğerleri gibi iş yapamaz duruma düşünce kayıplara karışacak.
O yıllarda üretilen sebze ve meyveler organikti. İlaçlama yapılmaz, kimyasal gübre kullanılmazdı. Hormonlu sebze ve meyve nedir bilinmezdi. Bağa bahçeye girildiğinde yamuk yumuk görünen, yerli tohumdan üretilen domatesler mis gibi kokardı. Şimdinin elma sertliğindeki domatesleri gibi tatsız tuzsuz değillerdi. O yıllardaki sebze ve meyvelerin tat ve kokuları bir başkaydı.
Köylerde, kadın yolda giderken rast geldiği bir erkeğin önünü kesip geçmez, sofraya büyükler oturmadan küçükler oturmazdı. Evlenince anne babasıyla aynı çatı altında oturan oğul, annesinin babasının yanında kendi çocuğunu kucağına alıp sevemezdi. Bebeği nine ve dede severdi. Annesi bile büyüklerin yanında bebeğini sevip okşayamazdı. Büyüklerin yanında bebeğini dövemezdi. Yaparsa saygısızlık olarak yorumlanırdı. Babası bebek büyürken adeta uzaktan seyreder, her şeyiyle anne-nine-dede ilgilenirdi. Çocuğun üstüne başına alınacakları dedesi alırdı.
Bizim çocukluk yıllarımız şirin Nallıhanımız’ da böyle geçti. Kızlar erkekler birlikte oynardık. Şimdiki gibi kimse kimsenin kızına yan bakmazdı. Komşular aile gibiydi. Kışın yanan sobalarda kestaneler pişirilir. Mısır patlatılırdı. Guzineler de börekler yapılırdı.
Karaağaçların Gazozcu Hasan dede vardı. Bembeyaz sakalları ile sevimli ancak çok otoriter idi. Şimdiki Tayfun Taner eczanesinin oralarda dükkanı vardı. Meşrubat bayisi idi. Bizim tayfa gençlerle ekmek kapımız sayılırdı. Kamyonlarla gelen meşrubatları deposuna indirir, boş kasaları yükler sonrada paramızı alırdık. Gizliden de çocukluk aklı işte. Kasa meyve sularını deponun köşelerine saklar. Çalışırken saklanarak içerdik.
Kış günleri evin delikanlısı gece eve geç geldiğinde ya da gündüz evde kimse olmadığı zamanlarda bazlama ekmeğini ısıtıp arasına kavurma koyar yanına da turşu, pekmez ve yoğurt koyup karnını doyururdu. Ya da ısınan ekmeği don yağla yağlayıp yerdi. Donyağı sonbaharda beslenip kesilen büyük baş hayvanın karın yağlarının kaynatılıp dondurulmasıyla yapılırdı.
1960’a kadar ilçe merkezinde her evde gaz ocağı bile olmazdı. Buzdolabının işlevini tel dolaplar görürdü. Bütan gaz ocağı(Tüp) daha mutfaklara girmemişti. Plastik eşyalar daha çıkmamıştı, banyoda ve helada takunya bulunurdu. Telefonu ve radyosu olanlar bunların üzerine dantel örtü koyarlardı. Gömleklerin yakası ütülenirken kolalanırdı.
O yıllarda okula giden kız öğrenciler kurdela takar, erkek öğrenciler okula gidip gelirken şapka giyerlerdi. Aşı olunacağı zaman tek iğneyle bütün sınıf aşılanırdı. Defter kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi renkte olurdu. Bir takım elbise bir yıl giyilirdi. Ayakkabıların altı eskidiğinde pençe yapılırdı.
İlçe merkezindeki konutlarda 1970’lere kadar su ve kanalizasyon bağlantısı yoktu. Evlerde suyun olmadığı o yıllarda kimi ev kadınları çamaşır yıkamak için, Olukbaşı’nda hamamın
olduğu yerdeki çamaşırhaneye giderlerdi. Nallı Çayı’ndan su arkıyla çamaşırhaneye gelen su, kış mevsimi kimi günler bulanık aktığında çamaşır yıkamak için Berberderesi’ne de gidilirdi. O yıllarda Nallı Çayı bugünkü gibi kirli değildi. Temiz akan su da yaz günleri çocuklar su bentlerinin altındaki derin yerlerde suya girip yıkanırlardı.
1970’den önceki yıllarda öyle her çocuğun bisikleti olmazdı. Onbeş dakikalığına, yarım saatliğine kiralanan bisikletlere binilirdi. Bisiklet kiralayanlardan biri de Rahmetli komşumuz Şuayip amca idi. Şuayip amca bisiklet işinin yanı sıra gündüzleri ortaokulun yakınında, geceleri de kahvelerde ay çekirdeği satardı.
Nallıhan’ın unutulmaz simalarından bahsederken geçen haftaki yazımızda Ali Baba’dan bahsetmiştik. O konuyla ilgili Ali baba’ya gelen şahsın İzmire gittiğinden başka elimde bilgi olmadığını üzülerek söylemek isterim. Yine Nallıhan’ımızın unutulmaz simalarından bu haftaki konuğu rahmetli namı değer Keş Mehmet…
Adı üstünde keş Mehmet bizim çocukluğumuzda sürekli alkol alarak gezen bir insandı. İri cüsseli, pala bıyıklı, Osmanlı kabadayılarına benzerdi. Kendisinden korkmamak, çekinmemek elde değildi. Sürekli alkol alan sarhoş gezen keş Mehmet sonun da yapacağını yapmıştı.
Yanılmıyorsam Kurban Bayramı ya da Arife günü eşini öldürerek alkolün etkisi ile katil olmuştu. Çocuktuk olayı duyunca ilçede korkudan sokağa çıkamamıştık. Tabiki eşi mezara Keş Mehmet cezaevine gitmişti.
Yıllar yılları kovaladı. Bende askerden gelmiştim. İş ararken polislik sınavlarına girdim. Kazanarak Elazığ polis okulundan mezun olup, Kırıkkale ‘de göreve başlamıştım. Şirin ilçeme senede bir izine geliyordum. Tam olarak tarihini hatırlamıyorum. Senelik izin için Nallıhan’a gelmiştim. Bir mecliste abdest alan birisi ile karşılaştım. Pek yabancı gelmedi. Hafızamı zorlarken birisi beni tanıştırdı. Abimiz Keş Mehmet dedi. Yıllar geçmişti. Keş Mehmet cezaevin den çıkmış, Tövbe etmiş namaza başlamıştı. Çocukluğumdan bildiğim o yüzündeki korkunçluk kalmamıştı. Pişman olup tevbe etmesine sevinmiştim. Keş Mehmet o süre içinde hep namaz kılıyordu. Öğrendiğime göre büyük bir evliyanın ziyaretinde tevbe etmişti. Aradan uzun zaman geçmedi. Nallıhan hastahanesin de vefat etmiş.
Vefatın da yanında bulunan bir hocamızdan duydum. Ölürken sesli bir şekilde kelimeyi şehadet getirerek vefat etmiş. Allah rahmet etsin. Kelimeyi şehadet getirerek ölmek herkese nasip olmaz. Nallıhan Nostalji yazımız devam edecek… Nallıhan kitabından kaynak olarak yararlandığım hemşehrimiz Mesut ŞENER’ e mesajla da olsa ulaşıp izin ve dualarını aldım. Kendisine teşekkürü borç bilirim. Nallıhanın Sesi Gazetesi’nde yazılar yazan büyüğüm, abim saygı değer sayın Atilla ALPTEKİN’in telefonla beni aramasından onur duydum. Nevzat TÜRKER hocamla da tanıştım. Çok mütevazi olan her iki abim ve üstatlarımı saygıyla selamlıyorum. Hoşçakalın
KAYNAK: Mesut ŞENER Nallıhan
Mail :tan1er1@hotmail.com Tel: 0 553 64 23 69
BİR SEVDADIR NALLIHAN NOSTALJİLERİ VII